Karpatlardan, Kafkaslardan, Himalayalardan süzülüp gelen, Anadolu’da bin yıldır yaşayan efsanedir yörükler. Bugün son temsilcileriyle Beydağları’nda, Geyik Dağları’nda, Toroslar’da var olma savaşını inatla sürdürmekteler. İlkbaharda Anadolu’nun yüksek tepelerine, sonbaharda Akdeniz sahiline yayla yayla göç etmek vazgeçilemeyen bir sevdadır yörük obaları için. Yaklaşan kışa hazırlık için ne odun- kömür telaşı, ne okul- üniversite yada dersane telaşı ve nede geçim derdi onların gaileleri arasında değildir. Devesini, davarını otlatacağı, kışı atlatacağı yaylaklarda-kışlaklarda özgürce dolanıp dururlar hiç bıkmadan, yılmadan. “Yörüğü yörük yapan av sevdası, yer sevdası, yar sevdasıdır” sözleri, onların hayat tarzını bir cümlede anlamlandırmaktadır.
Ekim ayı başlarında Bolay Belediye Başkanı Sayın Gazi Güner’in daveti üzerine, Sarıkeçili Obası’nın Bozyazı sahiline göçünü izlemek için, Kon-TV “Gonya Magazin” ekibi, fotoğraf sanatına gönül veren sanatçılarla birlikte biz de enformasyon ekibimizle gruba dahil olduk. Gece boyunca durmadan yağan yağmur, sabahleyin de sicim gibi döktürürken, ‘acaba gidemeyeceğiz mi’ endişesine kapıldık. Çocukluğumun en tatlı anılarında yer edinen yörük göçünü yeniden görmek, yaşamak heyecanımı, yağan yağmur engellemesin diye dua ediyorum. Sarıkeçili Obası’nın göç yolu üzerinde olan Apa Kasabasında doğmuş olmam, babamın bu obadan Uzun ömer, Bacak Veli, Cafer, Şükrü gibi arkadaşlarının isimlerini lakaplarını hatırlıyorum birden... 1965-70’li yıllarda 7-15 çadırdan oluşan kalabalık göçlerin olduğu günlerde, sabah gündoğumunda yol kenarlarına sıralanır, heyecan ve korku ile karışık bir duygu ile özellikle deve katarlarını, keçi sürülerini, kirmen eğirerek geçen yörükleri izlerdik. Develere biraz korku, biraz da hayranlıkla bakardım. Kundakdaki çocukların devenin sırtında yüklerin en tepesine keçeye sarılı olarak yerleştirilmiş vaziyette düşmeden gidişine hayret ederdik. Katarın sonu geçtikten sonra tozlu yolda develerin izlerini kontrol etmek, en büyük deve ayağının izini bulup, işaretleme yarışı başlardı. 1970’li yıllardan sonra göçerleri köyümde izleme şansım kalmadı. Şimdilerde birkaç çadırdan oluşan cılız obaların göçünün devam ettiğini öğrendim. İşte Bolay yaylalarında tanıştığımız, çekimlerini yaptığımız Sarıkeçililer, aynı obanın mensupları, hem de Uzun ömer’in oğullarının karşımıza çıkması sürprizlerin en güzeliydi. Ata dostumuzun oğulları ile tanışmak, büyüklerimize karşılıklı selam ve temenniler göndermek nasip oldu.
İşi baştan alıp, Sarıkeçililerin kıl çadırına varışımız, onlarla göç yükleyip, belli bir mesafeyi yürüyerek onları Bozyazı’ya uğurlamamıza kadar gördüklerimi, yaşayıp hissettiklerimi sayfamızı okuyanlarla paylaşmak istiyorum.
Kon-TV’de yayınlanan “Gonya Magazin” programının yapımcısı Süleyman Karaca’nın, kurumumuzdan emekli fotoğraf sanatçısı ve yazar Zeki Oğuz abimiz ve arkadaşlarının renk kattığı bu gezimizde unutamayacağımız anılar ve dostlar edindik. Yolculuğumuz esnasında çay molası verdiğimiz Taşkent İlçemizin o meşhur parkında bizi masasına kahvaltıya davet eden Mustafa Karakoca amcamızla tanışıyoruz. “Yolculuk nereye?” diye soruyor. Yörüklerle ilgili çekimler yapacağımızı söylediğimizde; kendisinin de yörük olduğunu, Taşkent’e yerleşeli 35 yıl olduğunu, aslen Gazipaşa’lı olup, Hasanuşağı aşiretine mensup Bahşiş (Bagşış) yörüklerinden olduğunu ifade etti. Barcın yaylasına çıktıklarını, Osmanlı döneminde bu yaylanın padişah fermanı ile Sarıveliler- Başköy- Karalar- Muratlı- Hasanuşağı ve Ekmerler’e, hudutları çizilerek tahsis edildiğini, söz konusu fermanın bir nüshasının Başköy Kasabasında, diğer nüshasının da Karaman’da Şükrü Köpüklü’de olduğunu anlattı. İlginç bir sohbetti. Barcın yaylasına ait fermanın hudutlarla ilgili pek çok ilginç yer adlarını bir solukta sıraladı. 35 yıl öncesine ait bilgiler ve hatıralar taptaze hafızasındaydı Mustafa amcanın... Vedalaşıp ayrıldık.
Bolay’a vardığımızda, Sarıveliler- Ermenek yolu üzerinde villa gibi duran şirin yayla evlerinde grubumuzu karşıladı Belediye Başkanı Gazi Bey. Belediyeden ve yayladan bize katılanlarla daha da kalabalıklaşarak Feslikan yaylasına doğru yola koyulduk. Kısa bir mesafeyi motorize olarak aştıktan sonra buradan itibaren yaya gideceğiz denildi. Şamgoyağı Deresi’nde ilerliyoruz, bir gün önce yağan yağmurun etkisiyle dereden akan çamurlu sudan geçip, yamaca sardık. Gazi Başkanla yana yana yürüyoruz, etrafı seyrediyoruz, seyrek asırlık çam ağaçları, yalçın kayalar ve başı dumanlı doruklara dalıyorum. “Bu dağlarda, yaylalarda sağlığıma kavuştum” dedi Gazi Bey. Tıp Fakültesinde görev yapmış Sayın Başkan. Kalp hastası olduğunu belirterek “daha önce 100 metre yürümek benim için işkenceydi” dedikten sonra, şimdi dağlara neredeyse meydan okur gibiydi. Allah’ım sıhhatini artırsın inşallah. İlk çadıra ulaştığımızda çocuklara bisküvi ve çikolata dağıttı Gazi Başkan. Cana yakınlığı, mütevaziliği ender gördüğüm insanlardan biriydi Sayın Başkan. Konukseverliği, sempatik tavırlarıyla bizi çok etkileyen Gazi Bey’e, gösterdiği ilgi ve alaka için en kalbi sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Bolay beldesi gazetemizde daha önce tanıtıldığı için detaylara girmiyorum. İlimize 160 km. mesafede 4200 nüfuslu Bolay’ın Sayın Başkan’ın bir temennisini aktararak yeniden asıl konumuz göçerlere dönmek istiyorum.
Gazi Başkan, karşıda yaptırdıkları dev bir depoda Şamgoyağı Deresi suyunu depolayarak Ballık yaylasına aktaracaklarını bunun için özellikle bizim kurumumuzdan başta kiraz olmak üzere meyve fidanı desteğini istediklerini ifade etti. Ben sayfamıza konuyu seve seve yazacağımızı söyleyerek, bu görevimi yerine getiriyor, büyüklerimizin duyarsız kalmayacağını ümit ediyorum.
2 Km’lik bir yürüyüş ve tırmanıştan sonra yayvan bir tepeye kurulmuş kara çadıra, yani davet edildiğimiz Guş Ali’nin çadırına (evine) vardık. Sarıkeçililer çadırlarına ev diyorlar. Guş Ali ve kardeşleri, eşleri, çocukları bizi karşıladılar. Keçi sürüleri, develeri çadırın etrafında konuşlanmıştı. Kamerasını, fotoğraf makinasını kapan bir yerlere üşüşmüştü. Çekingen ve ürkek kız çocukları ile kaynaşmamız biraz zaman aldı. Çadırın altına sıra sıra dizilmiş değişik renk ve desendeki çuvalları, keçeleri, kuşak ve kolanları, kilimleri ve daha sayılmayacak kadar çok kendilerine özgü hayat tarzını yansıtan motifler içeren eşyaları ile bir kültürün temsilcileri karşımızdaydı. Bin yıldır değişmeden sürdürülen gelenekler, neredeyse saat, takvim gibi gereksinmelere bile ihtiyaç duymadan, teknolojinin getirdiklerini umursamadan şaşmaz bir irade ile hayatını şekillendiren, duruşunu bozmadan, şikayetlenmeden yaşantısını sürdüren bu özgür ruhlu insanlar işte yeni bir göçe hazırlık yapıyorlardı. Ata dostumuz Guş Ali’ye sabit bir mekan- adres sorduk. Lakabını sorduk “İsmimi yalnız söylerseniz kimse tanımaz beni” dedi. “Amma başına Guş kelimesini getirdiniz mi, bu dağlarda ağaçlar bile tanır beni” diyerek esprili bir üslupla anlattı yaşadıklarını, duygularını... “Mut’a bağlı Gıravga köyü bizim köyümüz. Nüfusumuz oraya kayıtlı. Yalnız bizim ömrümüz gördüğünüz gibi dağlarda, yaylalarda, sahilde geçer. Çocuklarımız mektep- medrese görseler de pek düzenli değil. Çocuklarımızın ilkokulu bitirmelerine özen gösteriyoruz, fakat bazen biraz geç başlama yahut göç nedeniyle erken ayrılma gibi olumsuzluklar yüzünden eğitimden faydalanmaları biraz eksik oluyorsa da çocuklarımızın cahil kalmamasına dikkat ederiz.”
“Teknolojiyi kullanıyormusunuz” diye soruyorum. “Bir motosiklet, bir de radyo” dedi. “Son dönemlerde cep telefonu da eklendi buna” diyor. “Nisan’ın 20’sinde sahilden Barcın’a Feslikan’a, Ilıcapınar’a doğru yola çıkarız. Diğer kol Karaman üzerinden Seydişehir- Beyşehir yöresine kadar gider. Ekim ayında da Bozyazı, Gülnar, Silifke yörelerine geri döner kışı geçiririz. Bizim hayatımız zor ve meşakkatlidir, ama bu bizim tercihimizdir. Çileli amma zevklidir bizim için, dört duvar arası yani şehirler, kasabalar bizi sıkar. Atalarımızdan gördüğümüzce yaşamayı, dağlarda hür olarak dolaşmayı yeğleriz, fakat giderek azalıyoruz. Sizleri de bunun için davet ettik, gelin görün yazın diye. Sevincimizi, kıvancımızı paylaşın diye...”
Çadırın toplanması, çuvalların hazırlanması, develerin yüklenmesi hepsi bir sıra ve intizam içinde yapılırken, televizyon ekibi ve fotoğrafçılarımız bol bol çekim yaptılar. Bütün bunlar gelecek kuşaklar için tam bir kültür hazinesi olacaktır diye düşünüyorum. Göç hazırlığı yapılırken, gruplar halinde sohbet ederken tanıma fırsatı bulduğum ak sakallı bir ihtiyar delikanlıdan söz etmeden geçemiyeceğim. Amatör fotoğraf sanatına gönül vermiş özbek asıllı Naci İdil; boş zamanlarını tabiat ananın kucağında gençlere, öğrencilere doğayı sevdirmeye harcamış, tabiat aşıklısı sıradışı bir insan. Ataları 1907’de Buhara’dan gelmişler. Sibirya’ya sürgün yaşamış atalarını, akrabalarını kominizmin yıkılışından sonra iki defa gidip ziyaret etmiş. Cihanbeyli’nin Böğrüdelik Köyü’ne yerleşmişler. Ortaokulu bitirip, Tarım Kredi Kooperatifinden emekli olmuş Naci amcamız. Gönlü zengin, esprili bir insan olan Naci amca “Ben bu dağların başında bile yere atılmış bir çekirdek kabuğu görsem dayanamam üzülürüm. Doğaya olan hassasiyetimi gençlere de aşılamak istiyorum” diyerek Selçuk Üniversitesinde okuyan birisi Adanalı iki kız öğrencimizi de bu geziye dahil etmişler. Naci amcaya bu kutsal amaca hizmeti için minnettarlığımızı ve saygılarımızı sunuyoruz.
Biz bu güzel sohbeti sürdürürken, göç hazırlıkları tamamlanmış, develer katarlanmıştı. önce keçi sürüsü yamaçtan aşağı indirildi, ardından Guş Ali’nin obası develerle yola koyuldu. Yamaçlarda, dere yatağındaki kıvrımlı patikalarda deve katarını bir süre biz de çekerek duygulara ortak olduk. Gelişimizden, kaynaşmamızdan bizde,onlarda çok etkilenmiştik. Bu yürüyüşte Tarık Buğra Hocanın ölümsüz eseri “Osmancık”ta anlattığı gibi Kayı boyunun Domaniç yaylasından Söğüt’e göçünü hatırlattı birden bana. Bir çadırın altında temeli atılan,600 sene dünyaya hükmeden bir imparatorluğun temelindeki harcın sırrını, sarsılmaz ruhunu düşündüm bir süre... Kültürünü,geçimlik dünyasını bir devenin sırtına yüklemiş, mezarları bile belli olmayan,geçtiği köylerde, yollarda bir tek bostana, bağa zarar vermeden, kavga niza etmeden yoluna giden bu asil insanlara veda vakti gelmişti. Belediye Başkanı Gazi Bey ve eşinin yayla sakinlerinin yol boyuna inerek vedalaşmasından sonra bizde Musa-Ali Yagal ailelerine hayırlı yolculuklar diledik. Bu arada Guş Ali kızının düğününün yakın olduğunu belirterek bizi düğüne davet edeceğini söyleyerek mutlaka bekleyeceğini ifade etti.
Kim bilir belki kısmet olur gider görürüz.
Yolunuz ve bahtınız açık olsun Sarıkeçili Obası...
Facebook'ta Yayınla>