Değerli Dostlar;
Geçen yıl Temmuz ayında, bu yıl da Haziran ayının son haftasında gezip görme fırsatı bulduğumuz özel ve güzel bir mekândan sesleneceğiz sizlere. Biz bu yazılarla önder çiftçilerimizin kamuoyunda tanınmasına ve yaptıklarından halkımızın, özellikle de konuyla ilgilenen çiftçilerin haberdar olmasına katkıda bulunmak istiyoruz.
Geçtiğimiz sene gezi notlarımı yayınlayamamıştım. Çalıştığım kurumun web sitesinde ‘Beldelerimiz’ sayfası yayına açıldı bu arada. Böylece hem web sitemizde, hem de köşe yazıları yazdığım gazetemde; eskiden olduğu gibi belde tanıtımları yapmaya, tarım camiasından öne çıkarılacak konuları yazmaya devam edeceğiz.
Bugün; önce sözünü ettiğim mekânda, bir yıl önce gördüklerimi yazacağım. Yarın ise, bir senede nelerin değiştiğini mukayese etmek açısından, bu yılki gözlemimi yazacağım. Önce bir yıl evvelinde yaşadıklarımıza gidelim:
* * *
Temmuz’un can alıcı sıcağında, enformasyon ekibimizle yola koyulduk. Bir teknik gezi programı yaparak, Derbent üzerinden Doğanhisar hattına uzanıyoruz. Amacımız; dağlık alanlarda çok parçalı arazilerin yoğun olduğu yerlerde, çevreye örnek gösterilen bir bahçe tesisinin çekimlerini yapmak. Ayrıca hasat mevsiminin içinde olmamız sebebiyle de, duruma yakından bakıp hasadı yerinde gözlemlemek istiyoruz. ‘Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, gördüğünüzü anlatın’ denir ya hani; biz de gördüklerimizi yazmaya gayret edeceğiz…
13 Temmuz 2012 tarihinde, kamera ve fotoğraf makinelerimizi, güzergâhımızdaki ilçelere dağıtılacak afiş, evrak ne varsa toplayıp yola çıktık. Önce Derbent İlçemize uğrak verip fazla oyalanmadan Doğanhisar’a geçtik. Yol boyunca dikkatimizi çeken ilk olumsuzluk, kıraç alanlarda ürünlerin zayıflığı oldu. Hem hububat, hem nohut tarlaları çiftçinin boynunu bükecek gibi görünüyor. Sulak alanlarda, meyve bahçelerinde durum iyi. Fasulye, mısır ve diğer yeşil mahsullerin gelişimi güzel. Kiraz hasadının bereketli geçtiğini üreticilerden öğrenip seviniyoruz. Her tarafta dalları basmış meyvelere baktıkça, busene kayısı yılı sanki diyorum içimden. Dağlık ve ormanlık alanlardan aşağılara inip, Doğanhisar’a yaklaştığımızda etrafımızda birden yeşil bir koridor oluştu. Küçük küçük bahçelerin kümelendiği göletler diyarına dalmıştık…
Başköy Kasabası’nı geride bıraktığımızda; yolun sağında, küçük bir tepe üzerinde kurulu Atayurt Çiftliği, nizamiyesinde dalgalanan Albayrağımız ve oldukça şirin görünümlü idare binasıyla hemen dikkatimizi çekmişti. Uzaktan ilk bakışta, bir resmi kurum havası veren Atayurt Çiftliği; 70 dekar alana kurulmuş bakımlı ve görkemli bir meyve bahçesi.
Alâeddin Tepesinin küçültülmüş bir modelini hafızanızda canlandırın. Tarif edebildimse eğer; eli değen insanlar sayesinde, o şirin tepe şuan örnek bir tesise dönüşmüş vaziyette. Elma, kiraz, vişne, nektarin, deveci armudu ve ceviz fidanlarıyla bezenmiş bahçede, meyvelerin arasına serpiştirilmiş gibi duran dev pelit ağaçları var. Ağustos sıcağında, o meşe ağaçlarının gölgesinde oturmaya cihan değer inanın. Tepenin hemen ayakucunda yer alan Yenice Göleti sanki tabloyu tamamlıyor. Doğaya bu kadar yakışan, insan eliyle yapılmış tesis her yerde bulunmaz doğrusu, manzara gerçekten harika. ‘Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur’ atasözüne nazire yapar gibi, insanlar resmen dağı bağ yapmışlar…
Kim bu insanlar diye merak ediyorsunuzdur. Biri Başköy’de, diğeri İzmir’de; hala-dayı çocuğu memleketimizin iki değerli insanı kafa kafaya verip, başarmışlar bu işi. Biz, Başköy’de oturan emekli ormancı Ali İhsan Deniz, namı diğer ‘Pamuk Dede’ ile tanıştık. Saçı sakalı apak olmuş bu ihtiyar delikanlı, kendisine Pamuk Dede denilmesinden hoşlanıyor. Bizi misafir ettiği çiftlikte ağırlarken, sorularımıza samimi ve esprili cevaplar verdi.
İkinci sınıf, taşlı ve çalılıklarla dolu bu arazileri satın alarak başladıklarını, 2005 yılında faaliyete geçtiklerini söyledi. Yatırımı yapanın, bu işin asıl mimarının halasının oğlu Seyfi Çakar olduğunu dile getirdi. Pamuk Dede’nin anlattığına göre; başarılı bir iş adamı olarak ticari faaliyetini İzmir’de sürdüren Seyfi Bey’in memleketine olan özlemi ve sevdası sonuç vermiş. Hiçbir masraftan kaçınmadan, teknolojiyi de en üst seviyede kullanmışlar ve yöre insanına önderlik etmeyi amaç edinmişler. Anası, Atası Başköylü olduğu için de, çiftliğin adını ‘Atayurt’ koymuşlar.
Çiftliğin giderleri ve maliyeti oldukça yüksek; gelir henüz giderleri karşılamıyormuş. Enerji büyük bir sorun, çiftliğe teğet geçen bir gerilim hattı olmasına rağmen elektrik enerjisini kullanamadıklarını söyledi. Prosedürleri ve bürokratik engelleri aşamadıklarından yakındı. Elektrik yerine mazot yaktıkları için de göletten tepeye su çıkarmanın oldukça maliyetli olduğundan dert yandı…
Bölgesine, ülkesine yatırım yapan, üretime katılan memleketimizin bu değerli evlatlarına minnet borcumuz var hepimizin. Fazla söze gerek yok; aşağıdaki veciz sözler onları tarif ediyor sanki. Doğanhisar İlçe Müdürlüğümüz personeline, Pamuk Dedemize ve tanışamasak ta gönül köşemizde yerini alan Seyfi Bey’e teşekkürlerimizi, selam ve saygılarımızı iletiyorum.
“Toprakta değil; marifet taşta, kayada su çıkarmak, ağaç bitirmektir.
Düz yolda yürümek kolay; hüner uçurumları aşıp, maksuda ermektir.”
M.Yavuz ÇOLAK
Pamuk Dede ve Atayurt Çiftliği… (2)
Dünkü yazımda; İçerisinde 2500 Fuji Bodur Elma, 1500 Napolyon Kiraz, 500 Vişne, 500 Deveci Armut, 150 Ceviz ve 1000 tane de Nektarin dikilip yetiştirilmiş Atayurt Çiftliğinden bahsetmiştim. Bir yıl önce ilk defa gördüğüm Atayurt Çiftliğini, önüme gelen herkese anlatırdım. Özellikle de meyveciliğe ilgisi olan, yatırım yapmak isteyen insanlara. Çok etkilenmiştim çünkü. Hep doğayla iç içe, toprakla haşır neşir olacağım böyle bir yerin hayaliyle geçirdim ömrümü. İçinde kuşlar, sincaplar yuva yapsın; kümesinde, ahırında evcil hayvanlar barınsın isterdim. Kendi elimle sırtına eğer vuracağım bir küheylanım, kapısında asaletli bir kangalım olsun derdim…
Gülümsediniz; bunları kim istemez ki? Dediniz, eminim. Bunlara bir ömür sahip olamayacağımı bilsem de düşünü kurmaktan vazgeçemiyorum; zira yapım gereği hayalperest bir doğa adamıyım ben.
Oysa bu işler hayal kurmakla bitmiyor; Seyfi Bey’le Pamuk Dede hem çok para harcamış, hem de gecesini gündüzüne katmışlar. Yöreye örnek olmuş, insanlara ekmek kapısı açmışlar. Hâlâ yoğun bir emek sarf ediliyor orada, üstelik hiçbir masraftan kaçınılmadan…
Bir yılda neler değişmiş merak ediyor; yeniden aynı heyecanı yaşamak üzere yollara düşüyorduk. 28 Haziran’da giriş kapısından adım attığımızda, Atayurt geçen seneye göre bir duraklama devrine girmiş gibiydi sanki. Hafif bir hüzün dalgası sardı içimi, tepeye doğru yürüdük; Pamuk Dedemiz A.İhsan Amca bizi karşıladı, ulu bir meşe palamudunun gölgesinde oturup dertleştik, hasret giderdik. Doğanhisar İlçe Tarımdan Dilek Hanım ve Şükrü Bey’de bize katılmıştı.
Meyve bahçesinin sıkıntıları olduğu belliydi; fakat neşesinden ve o bildik şakacı tavrından hiçbir şey kaybetmediğini gördüğümüz Pamuk Dede’nin yine de morali yüksekti. Not defterimi açıp, dede anlat bakalım neler oluyor dediğimde: Önce etrafımızdaki armut fidanlarını gösterdi, bir hastalık geldiği belliydi. “Bunlara sıkmadığım ilaç kalmadı, bunun yanlış olduğunu biliyorum fakat konuyu bildiğini sandığımız herkes farklı bir yol gösteriyor. Böyle giderse armutları söküp yerine ceviz dikmeyi düşünüyorum. İkincisi; bu yıl budamada hata yaptık, güvendik birilerine, oradan da darbe yedik! Ama asıl darbeyi bodur ve yarı bodur kiraz fidanlarında yedik. Çalıştığımız firma bizi yanılttı, her sene yüz elli kiraz söküp yerine yöremizde ‘Klasik Kiraz’ dediğimiz Napolyon dikiyoruz. Hem zaman kaybettirdiler, hem ekonomik olarak büyük zarar verdiler! Biz kendi hatalarımızı biliyoruz, hastalık gelebilir ağaçlara bu normal, mücadelesini yaparsınız. Fakat yardım ve doğru yönlendirme beklediğiniz yer ve zamanda yalnız kaldığımız oluyor. Moralimizi bozmadan yolumuza devam ediyoruz. Bir de elektriğe kavuşmadan olmayacak, 2/B’li arazi kapsamında tapulandırma yapıldığında inşallah bu sorunumuz da çözülecek diye düşünüyoruz”
Her türlü güçlüğe rağmen bu dik duruş hoşumuza gitmişti. Yılgınlık, bezginlik olmaz inşallah diye düşünmüştüm, aksine direnci daha da artmış görünce sevindim inanın. Hiç mi sevindirecek bir haberin yok dedim! “Nektarinler ve erikler üretime yattı bu sene, fakat piyasa iç açıcı değil?!”
Bahçeyi tepeden tırnağa, her meyveyi kendi elimizle dalından koparmanın tadını çıkara çıkara gezdik. Tam da kiraz hasadında yakalamıştık Pamuk Dede’nin Atayurt Çiftliğini. Genç, yaşlı otuz kadar kadın işçinin elinde kirazla dolup boşalan kovalar ve istiflenen kasalar alıcısına ulaştırılmak için hazırlanıyordu. Çiftliğin her köşesinde çok güzel fotoğraflar çektik; Allah’ın yarattığı her nimet güzel ama kiraz hem dalda, hem reyonda çok güzel. Bu arada hasatta çalışan kadınlarla sohbet edip, durumdan memnun olup olmadıklarını sorduk. Hepsi yörenin insanı ve iş bulduklarına çok seviniyorlardı. Kendilerine rızık kapısı açan insanlara duacı olduklarını da özellikle belirttiler. İçlerinde hepsinin sözcüsü gibi davranan, özgüveni yüksek bir bayan dikkatimizi çekmişti. Pamuk Dede tanıştırdı bizi; adının ‘Yeşer’ olduğunu söylediğinde, ilk defa duyduğumu ama çok güzel bir ismi olduğunu söylemiştim. Akşehir Ziraat Odasında, Gazi Mahallesinin delegesiymiş Yeşer Hanım. Çiftçilerin sorunlarını bilen, yeri ve zamanı geldiğinde bunları dile getiren bir kadın çiftçi olduğunu fark ettiriyor insana; bravo, işte bizim kadınımız dedim içimden…
Gezi notlarımı tamamlayıp günün sonunda vedalaştık dostlarımızla. Dönüş yolunda Akşehir, Ilgın ve Kadınhanı hattında buğday tarlalarında hasat vardı. Bereketli bir yılda, çiftçimizin yüzünün güleceğini umut ederek dilek tuttuk. İçim huzurla dolu evime dönerken, Seyfi Bey ve Pamuk Dede için de dua ettim; engel olmak için önünüze bir kuru dal bile çıkmasın diye. Yolunuz ve bahtınız açık olsun…
M.Yavuz ÇOLAK
Facebook'ta Yayınla>