Anamas’ın ayakucunda, Beyşehir Gölü’nün başucunda, gözlerden ırak ama gönüllerimizde yakın Gölyaka Kasabamızı Mayıs 2006 sayımıza konuk ediyoruz. Karla kaplı zirvelerine beyazın, eteklerindeki gür ormanlarına yeşilin hakim olduğu Anamas Dağıyla tabloyu tamamlayan göl mavisi, manzara tutkunlarına karmaşık duygular yaşatacak cinsten desem, yöreyi görmeyenlerin dikkatini celbedebilirmiyim acaba. 800 sene önce bu gizemli güzelliği farkedip, yazlık sarayını buraya yaptıran Selçuklular’ın muhteşem Sultanı Alâeddin Keykubad’ın dikkatini celbettiği kesin. Yazımızın ana fikrini de ortaya koyacak olan ünlü Kubadabad Sarayı ile Atalarımız’ın ayak izlerini bulduğumuz Cennet Vatanımız’ın bu müstesna köşesinden gördüklerimizi, hissettiklerimizi ifade etmeye çalışacağız…
Rıza Namlı Başkan’ın deyimiyle “Anadolu’nun tapusuna mührünü vuran Atalarımız’ın mirasına sahip çıkarak bıraktıkları eserleri yaşatmak, gelecek nesillere iyi anlatmak ve yöreyi turizme açmak hepimizin kutsal bir görevi olmalıdır.”
En güzel günbatımının Beyşehir’den, engüzel gündoğumunun da Gölyaka’dan izlendiğini söylemeliyim öncelikle. Her günün bitiminde Anamas’ın koynunda yitip giden Güneş, her günün başlangıcında yine Anamas’ın bağrında doğarken; bu doyumsuz anlara vesile olan Beyşehir Gölü, şairlerin ve ressamların ilham kaynağıdır. İşte, 30 Mayısta gittiğimiz bu ilham kaynağından etkilenerek yazıyorum bu satırları. Sayfamızın okuyucuları, hastası olduğum Beyşehir Yöresine sıkca takıldığım için gönül koymasınlar. Bir hazinedir Beyşehir Gölü ve çevresi. Eflatun Pınarı, Fasıllar, Eşrefoğlu Külliyesi ve Kubadabad yaşanılan medeniyetlerin bize ulaşan eşsiz eserleridir. Selçuklu döneminde dahi var olduğu bilinen tarihi Gurgurum Şehri ve daha pekçok kayıp yerleşimler cabası. Eski adı Hoyran olan Gölyaka, 1500’lü yıllarda Beyşehir Sancağı’na bağlı Yenişar Nahiyesi’nin en büyük yerleşim merkeziyken, 1507’de 64 olan hane sayısı 1584’te 165 haneye çıkmış. Hoyran, Anadolu Selçukluları ile yaşıt bir yerleşim. Moğol istilalarının birçok yerde olduğu gibi burada da bir göçe neden olduğu biliniyor. 350 yıllık bir yerleşim kabul edilen şimdiki Gölyaka, 1960’lı yıllara kadar Hoyran adıyla anılmış, 1992 yılında Belediye idari yapılanmasına terfi etmiş. 2700 nüfusuyla, Beyşehir’e 60 km, Konya’ya 155 km mesafede günümüzde de oldukça büyük bir belde. İlginç bir özelliğiyle de sanırım Ülkemiz’in tek beldesi. Çünkü, bağlı olduğu Vilayete karadan sınırı yok. Konya’ya sınırı Beyşehir Gölü sağlarken kara sınırını Isparta kapatıyor. Büyük bir balıkçı kasabası olarak hatırlanan Gölyaka bugün bu özelliğinden uzaklaşmış. Birinci sıraya oturan geçim kaynağı balıkçılık cazibesini yitirmiş. Bilinçsiz avlanma, kirlenme ve aşırı su kaybıyla neredeyse kalp krizi geçiren Beyşehir Gölü’müzde balıkçılık sektörü de haliyle ağır darbe yemiş durumda. Diğer bir geçim kaynağı hayvancılık iyi durumda sayılabilir. Tarımsal üretimde ise, meyvecilik öne çıkmaya başlamış olup, 35 dekar alanda elma ve bir miktarda kiraz olmak üzere Belediye 5 bin ağaç yetiştirmiş. Geçen yıl ilk meyvelerin hasad edildiği kasabada, bu işe önderlik eden Belediye Başkanlığı dileriz amacına ulaşır. Gölyaka, eğer elinden tutulursa geleceğin cazibe merkezi olabilecek bir yurt köşesi. Turizme açılabilir ve yatırım alırsa, istikbali oldukça parlak görünüyor.Birçok sorular sorup bilgisine başvurduğumuz, tarih bilgisi mükemmel aynı zamanda güçlü bir hatip olan Rıza Namlı Başkanımızla yaptığımız değerlendirmeler ışığında şekillendirdiğim yazımın artık en önemli bölümüne geçebilirim.
Görmek için sabırsızlandığımız Kubadabad Sarayı’nın kalıntılarından, öğrendiklerimiz ve bildiklerimizle tarihe bir yolculuk ederek hislerimi paylaşmak istiyorum. 1219 yılında Anadolu Selçuklu Tahtı’na oturan Alâeddin Keykubad’ın yazlık sarayı olarak tarihi vesikalarda yer alan bu muhteşem yapıdan günümüze ulaşan kalıntıları incelerken; tarihe olan merakım ve çok kolay hayal kurabilmemin etkisiyle, o günleri yaşarmışcasına farklı heyecanlara dalıp gittim. Kazı çalışmalarıyla büyük bir bölümü gün yüzüne çıkarılan Saray, bütün müştemilâtıyla tam planı ortaya çıkarılıp restore edilebilse, kimbilir bize neler kazandırıp tarihten neler çağrıştıracak. Anadolu Selçukluları’na en ihtişamlı dönemi yaşatarak zirve yaptıran eşsiz Sultan Ulu Keykubad’ın emriyle, mimarbaşı ve aynı zamanda sultanın av organizasyonlarından da sorumlu Emir Saadettin Köpek tarafından yapılmış bu saray. Tarihi İpek Yolu’nu takibederek, Beyşehir Gölü’nün batı kıyılarından Alanya’ya inerken, bölgenin güzelliği dikkatini çeker Sultan Alâeddin’in ve Mimarbaşı Emiri’ne talimatını verir. Kışın Alanya’da, yazları da Kubadabad’da sürdürülecek saltanatın planları hayata geçirilir. Yaman bir adam olan Mimarbaşı Saadettin Köpek, daha sonra idam edilerek hayatıyla ödeyeceği sarayı inşaaya koyulur. Bir zaman sonra haddini aşmaya başlayan Saadettin Köpek, rakibi gördüğü birçok Selçuklu Emiri’ni öldürterek çok güçlü bir konuma yükselir. Çevresine zulüm yapmaya başlar. Neredeyse kendini sultanın yerine koymaya bile başladığı II.Keyhüsrev döneminde bütün entrikalarının bedelini canıyla öder… Devletini idare ettiği dönemde, Anadolu’yu Dünya ticaretinin merkezi haline getirmiş, Sinop, Antalya ve Alanya limanlarından deniz ticaret yollarını Anadolu’ya bağlayarak, Selçuklu siyasetinin önemli ayağını oluşturan kervansaraylar ve hanların işlevini ve güvenliğini tam yerine oturtarak ülkesinde zenginliği ve huzuru hakim kılan Alâeddin Keykubad; yaklaşan Moğol tehdidinin de farkında olan, önsezileri güçlü ve tedbirli bir hükümdardı. Kısa süren saltanat ömrüne Konya, Sivas ve Alanya’da üç tane kale, ülkesini âbad edecek sayısız camii,mescid ve medreselerden oluşan külliyelerle Kubadabad gibi de bir eser sığdırarak adını ölümsüzleştirmiş bir sultandır…
Kubadabad’ın kalıntılarında gezerken, saraydan yüzlerce metre çekilerek uzaklaşan Beyşehir Gölü’ne bakarken içim burkuldu. Yapıldığında göle sıfır noktada bulunan sarayın duvarlarını dalgaların okşadığı, terasında göl manzaralarının ve ay ışığında mehtabın zevkini tadanlar ne şanslı insanlardı diye düşündüm. “Su Medeniyettir” sloganı geldi aklıma. öyle ya, Dünya’da nerede bir medeniyet izine rastlansa mutlaka bir su kaynağının gözünde bulunmuştur. Onsuz hayat olmaz çünkü. Orada yaşanılan herşeyin, hayallerimizin, düşlerimizin bile kaynağı Beyşehir Gölü. Fütursuzca suyunu tükettiğimiz, acımasızca kirlettiğimiz ve içinde barındırdığı sayısız nimetinin kıymetini bilmeden katlettiğimiz Beyşehir Gölü…Hesap gününde, özellikle son yüzyılda yaşayan hepimizin yüzüne tükürecektir!
‘Başkalarının elinde olsa neler yapardı’ deme hastalığımızdan kurtulup, bizim olduğunun farkına bir varabilsek. Bize bahşedilen bu zenginliklerimizin, kültür mirasımızın değerini bir anlayabilsek keşke. Üzeri uzay çatı sistemiyle kapatılması planlanıyormuş Kubadabad Sarayı’nın. Her ne yapılacaksa, hiç ayak sürümeden yapılmalı ki, Avrupalı Turizmcilerin bile tur proğramlarına girmesine rağmen yol ve konaklama yetersizlikleri yüzünden pas geçtikleri bu yöre hem canlansın ve hem de olumsuz doğa koşullarından kurtulsun sarayımız. Kazı ve restorasyonun tamamlanıp altyapının kurulması için çırpınan Rıza Namlı ve bu işe gönül veren insanların ellerinden tutulmalı. Bilge bir insan olan Namlı Başkan’dan turizmle ilgili planları olanlar yararlanmalı, düşüncelerine kulak vermelidir. Sözü daha fazla uzatmadan demek istiyorum ki, ey büyüklerimiz tutun bu insanların elinden, tutun ki ellerinizden öpelim…
Sizden çok şey öğrendim Rıza Hocam. Müstesna bir gün geçirdiğimiz beldenizde esirgemediğiniz alakanıza, sıcak dostluğunuza ve nezaketinize yürekten teşekkürler. Şahsınızda bütün Gölyakalılara saygılar sunuyorum…
Facebook'ta Yayınla>