Ülkemiz gündemindeki en önemli konuların başında Avrupa Birliği gelmektedir. Aralık ayı içinde bu konuda önemli mesafe alınmış olacak. Biz madalyonun bir başka yüzünü ortaya koymak istiyoruz.
Tabii ki Avrupa Birliği ülkemiz insanına, çocuklarımızın geleceğine olumlu etkileri olacaktır. Ne getirip, ne götüreceğini konunun uzmanları basın ve yayın önünde tartışmaktadırlar. Ancak unutulan bir konu var ki, bu bizim için belki de elimizde bir koz olarak kullanılacak kadar önemli. Türkiye’nin çevre değerleri ve doğal kaynakları.
Bugün bütün dünyanın ve özellikle Avrupa’nın kabul ettiği ve birleştiği tek nokta Çevre’dir. Çünkü herkes biliyor ki, üzerinde yaşadığımız gezegenimiz can çekişiyor. Bilim adamları ve uzmanlar ısrarla uyarıyorlar “önümüzdeki on ila yirmi yılda tedbir alınmadığı takdirde yaşlı dünyamız çaresizliğe mahkum olacak. O nedenle hükümetlerimizin bu konuda mutlaka birşeyler yapması gerekiyor. Yine biliyoruz ki gideceğimiz başka bir dünya yok.
Birleşmiş milletler ve Avrupa Birliğine üye gelişmiş milletler kendi ülkelerinde doğal kaynakların ve çevre değerlerinin gelişme uğruna nasıl tüketildiğini ve bunun faturasının sadece kendilerine değil bütün dünya insanlarına çıktığını çok iyi biliyorlar. Çünkü çevre sorunları ve etkileri küreseldir. Dünya döndükçe çevre kirliliğinin etkileri diğer ülkelere taşınabilmektedir. Bunun örneklerini geçmişte yaşadık.
Çevrenin ve doğal kaynakların korunması konularında otuza yakın uluslararası antlaşma imzalandı. Bir çoğuna Türkiye’de imza attı. Ne Birleşmiş Milletler ne de Avrupa Birliği ülkeleri çevre ile işbirliği ve antlaşmalarda Türkiye’yi aralarına alırken şart öne sürmedikleri gibi daha çok memnun oluyorlar. Çünkü Türkiye’nin çevre değerleri dünya ekolojisinin denge unsurlarının başında gelmektedir.
İşin açığı çevre ve doğal kaynaklarımız ülkemiz için önemli bir kozdur. Yani Avrupa’nın ve dünyanın gözü bizim doğal güzelliklerimizde, verimli topraklarımızda yetişecek ürünlerde ve yeşil örtünün çoğalmasında. Dört mevsimin yaşanabildiği, üç tarafı denizlerle çevrili, havası solunabilen, suyu halâ içilebilen, ormanları doğal kalabilen, tarım ve sanayi dengesini gelişme yönünde doğru kullanabilen, kendi kendine yetebilen kaç ülke var ki. Avrupa bunun farkında dileğimiz bizi yönetenlerin de bunun farkında olmaları ve bu kozu iyi kullanmaları. Çünkü Avrupa Birliği’nin anahtarı çevredir.
Doğal güzelliklerimiz ve çevre değerlerimiz açısından Avrupa için cazibe merkeziyiz, ancak yaşanan çevre sorunları ve çevre ahlakı bakımından hazır mıyız? İşte burada çok da olumlu cevap bulamıyoruz.
Halâ daha çöplerini çöp kutusuna atmayı bilmeyen, gözüne baka baka yere tüküren, kendi zevki için gürültü yapan, verimli tarım topraklarını yerleşmeye açan, hasat sonrası anızları yakmayı hüner sayan, orman alanlarını yakan, yönetmeliğine uygun çöp toplama alanı bulunmayan, atık sularını arıtmadan sulak alanlara veren, sulak alanları yok olma tehlikesiyle karşıkarşıya olan, kaçak avlanmayı marifet sayan, çevreye yatırımı yük sayan, binalarında kalitesiz yakıt kullanmayı ekonomik kazanç gören, trafik kazalarında ilk sırayı alan, yeterli çevre duyarlılığı olmayan bir ulusun insanlarını Avrupa ailesine alırlar mı? Lütfen bir düşünelim ve geleceğimizi buna göre planlayalım. Kalın sağlıcakla
Facebook'ta Yayınla>