Dolu dolu geçen bir günün, “5 Haziran Dünya Çevre Günü” ne denk gelmesi güzel bir tesadüftü. Taa Dünya’nın öbür ucundan, Yeni Zelanda’dan kalkıp gelen ve ülkemizi gezip tanımaya çalışan sempatik, güzel insanlarla geçirdiğim bir günün hikâyesiyle karşınızdayım.
Dünya çevre gününün; yaşanabilir temiz bir dünyada, tüm insanlığın barış ve huzura erdiği günlerin başlangıcı olsun dileğimi paylaşarak başlamak istiyorum.
Gezi direktörlüğünü Bay Ross Macmillan’ın yaptığı “Farm to Farm” yani Çiftlikten- Çiftliğe anlamına gelen bir organizasyonla; Türkiye tarım ve hayvancılığını tanımak üzere ülkemize gelen bir gurup Yeni Zelandalı Çiftçiyi Konya’da misafir ettik. Konya Damızlık Koyun-Keçi Yetiştiricileri Birliği, Konya Önder Çiftçi Derneği, Karapınar Ziraat Odası ve çiftçi kuruluşları desteğiyle gerçekleşen gezi programı çok hoş anılarla doluydu. Programa renk katan herkesi kutluyorum, ancak ülkemizin tanıtılmasına önem veren Koordinasyon Şube Müdürümüz Sadık Bey’in takdire şayan gayreti kimsenin gözünden kaçmadı sanıyorum.
Sabah saatlerinde başlayan gezinin ilk durağı, Bahri Dağdaş’ta düzenlenecek ‘Tarla Günleri’ etkinliklerine hazırlanan Açık Alan Fuarı’ndaki deneme alanlarıydı. İlk tanışma ve kaynaşmanın başladığı yerdeyiz. Bizim Yeni Zelanda hakkında; konuklarımızın da Konya ve Ülke tarımı açısından ilk soru ve cevapların alındığı alanda, rehberler aracılığıyla diyalog kuruyoruz. Fuar hakkında bilgi veren yetkili Nezih Bey’in söylediklerinden anladığım; organizasyonun Ülke ve Dünya gündemini hayli meşgul edeceği yönündeydi. 13-16 Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan ve Dünya’da en büyük açık alan fuarı olmaya aday olacağı hesaplanan bu büyük organizasyonda; hayvancılık faaliyetleri, deneme üretim alanları ve makine demonstrasyonlarıyla Konya Tarımı bir kere daha görücüye çıkacak…
Programın ikinci durağında, Karakaya ve Göçü’de; geleneksel halk tipi koyunculuk işletmelerine yaptığımız ziyaret, belki de günün en ilgi çeken bölümüydü. Tam da koyunlardan sağım yapıldığı zaman diliminde oradaydık. Fotoğraf makineleri ve kameraların en fazla kayıt yaptığı andı. İki ayrı kültürün temsilcilerinin ortak uğraş alanları olduğundan, koyunculuk çok yakından gözlemleniyordu. Konya ovasında bilinen ve uygulanan “Koşan” denilen sistemle, kadınların yaptığı sağım yöntemi hayli meşakkatli olmakla birlikte, halk tipi koyunculukta vazgeçilemeyen bir yöntem. El örgüsü uzun bir ip kullanılarak, koyunların karşılıklı başları bir araya getirilip, boyunlarından bağlanarak intizamlı bir sırayla sisteme koşulması esasına dayanan sağım sistemidir. Her koşanda ortalama 100 baş koyun yer alır. Koşan sisteminde kullanılan el örgüsü geniş ipin adı halk arasında ‘Kolan’ diye ifade edilir. Orta Asya Steplerinde, konar-göçer bir hayat yaşayan ve koyunculukla hayatını kazanan atalarımızdan kalma bir gelenek olduğu bilgisini de, Sadık Bey aracılığıyla misafirlerimize aktardık.
Türkiye’nin en az yağış alan bölgesinde tarım ve hayvancılık yapmak, gerçekten çok zor ve maliyetli bir iş. Bölgemizin fedakâr üreticileri inatla, sabırla bu güç şartlarda zorluklara aldırmadan yetiştiricilik yapmayı sürdürüyor. Hem üreticimiz, hem de milli koyun ırklarımız arasında yer alan ve bölge şartlarına en iyi uyan “Akkaraman” ırkı koyunlarımız; yıllık yağış ortalaması 250 mm olan bir bölgede mucizeler yaratıyor desem, herhalde abartmış olmam. Memleketimizde ve bütün dünyada; çalışan ve üreten tüm insanları başımıza taç yaparız, onlara büyük saygı duyarız…
Burada bir paragraf açıp; koyunculuğun anavatanı bellediğimiz Yeni Zelanda ve deryalar aşıp gelen misafirlerimizle ilgili düşüncemi paylaşmalıyım. Gelibolu’yu, Anzak Koyu’nu kutsal mabedi kabul eden bu ada ülkesinin insanları, anladım ki sadece Çanakkale’yi ziyarete gelmiyormuş. Tanıştığımız grubun yaş ortalaması sanıyorum 60’ın üzerindeydi. Bende oluşan ilk intiba; çalışmış, üretmiş, artık emekli olmayı ve dünyayı gezmeyi hak etmiş insanlar diye düşünmüştüm. Bu konuyla ilgili soru sorduğumda, 58 yaşında olduğunu ifade eden kafilenin en genç üyesiyle tanıştırıldım. Hâlâ çalışan, üreten insanlar olduklarını anlatmak için nasır tutmuş ellerini gösteriyordu. Bize benzeyen yanları var bu insanların; aile işletmelerinin Yeni Zelanda’da yaygın olduğunu, çocuklarının ve torunlarının da üretimin içinde olduğunu, üç nesil bir arada olduklarını belirttiler. Yeni Zelanda hakkında merak ettiklerimi sordum; sürekli not tutan Bay Ross ve alanında uzmanlaşmış deneyimli çiftçiler, birçok bilgiler verdi. Kafilede yer alanların koyunculuk, süt inekçiliği ve bağcılık faaliyetinde yer alan insanlar olduğunu öğrendik.
Bizdekine benzer sebeplerle artık koyunculuğun gerilemeye başladığını, 80 milyon koyun sayısının 30 milyona düştüğünü, daha kârlı olan süt inekçiliğinin baskısıyla koyunun azaldığını söylediler. Maliyetlerin oralarda da yükseldiğini, et, yapağı ve süt ürünlerinin dış pazarlarda satışlarının azaldığını dolayısıyla kârlı ve cazip bir alan olmaktan çıktığını ifade ettiler. Ortalama koyun fiyatının 135 TL olduğunu hesapladık birlikte ve ülkemizle bazı konularda mukayese ettik. Bizim ülkemizde de 30 milyon civarında küçükbaş hayvan sayısı olduğunu, fakat 76 milyon nüfusa oranladığımızda; 4,5 milyon nüfuslu Yeni Zelanda’nın çok şanslı olduğunu, ayrıca yıllık yağış ortalamasıyla, otlak ve meralar yönünden avantajlarının çok yüksek olduğunu gördük. Fakat her türlü avantaja rağmen, orada da burada da sorunlar benzerlikler arz etmekte; sorun her yerde maliyet sorunu, istikrarsız piyasaların oluşması ve kâr marjının düşmesi!
Bir gezi ve inceleme yazısı kaleme alırken, işin kendine özgü zorlukları var değerli okuyucular. Uzun metrajlı yazılar okuyucuyu gereceğinden, bu konunun devamını yarına bırakıyorum. Sağlıcakla kalın…
M.Yavuz ÇOLAK
2
Yeni Zelandalı çiftçi gurubuyla yaptığımız gezi programında, aklımda kalanları paylaşmaya devam ediyorum. Kafilemiz; Anadolu Yaban Koyunlarının doğal yaşam alanı olan Bozdağ’ın yanı başında kurulu ağıllarda, Karakayalı Çiftçilerle vedalaştıktan sonra Göçü’ye hareket etmişti.
Koyun-Keçi Yetiştiricileri Birliğinin yönetim kadrosu burada bize katıldıktan sonra, yönetim kurulu üyesi Hasan Küçüksarıoğlan’ın evinde misafirlerimize sıcak tandır, börek ve ayran ikramı yapıldı. Küçüksarıoğlan Ailesinin tüm fertlerinin seferber olduğu davette, nimet paylaşıldı, sevgi paylaşıldı, güzel adet ve geleneğimiz olan misafirperverlik örneği sergilendi. Bu cömert insanlara şahsım adına ve ülkem adına minnettarım; bizim kültürümüzde “Misafir on kısmetle gelir; birini yer, dokuzunu bırakır” inancına hizmet ve hürmet vardır. Hanene bereket yağsın Hasan Baba inşallah diyorum…
Bu arada, yemek arası molada gurubun üyelerinden biri Hasan Bey’in torunlarına oyuncak hediye ederek onlarla sıcak bir iletişim kurmuştu. Dikkatimi çekmişti ayrıca, Bayan Linda’nın elinden düşürmediği sevimli ve ilginç bir kuş maketi hakkında bilgi istedim. Gezi direktörünün eşi olan Bayan Linda’nın iyi bir tanıtım rehberi olduğu kesin; Yeni Zelanda’nın sembolü olan ‘Kivi Kuşu’ hakkında bilgiler verdi hemen. Önce gördüğümü tarif edeyim; kanatları olmayan, tüy yerine uzun siyah kıllarla kaplı, küçük ama tombul görünümlü bir gövde ve upuzun bir burun. Ayrıca çok güçlü bir ayak yapısı, ama çok sevimli bir kuş; uçamıyor fakat çok hızlı koşuyormuş. Çalılıkların altına yuva yapar, böcek ve dökülen meyvelerle beslenirken, uzun gaga ve çok güçlü koku alma özelliğine sahip burun yapısından yararlanırmış. Neden bu kadar bilgi verdim derseniz; nesli tükenen ve korumaya alınan kuş türleri arasındaymış ve tek yaşam alanı Yeni Zelanda’ymış. Dünya’da endemik bitki ve hayvan türlerine çok ama çok dikkat etmeli, gözümüz gibi bakmalıyız onlara. Sırlarla dolu bu âlemde, yaratıcının eşsiz sanatına dikkatli bakmalıyız. Doğa belgesellerini çok seviyorum fakat şimdiye kadar hiç rastlamamışım Kivi Kuşuna, iyi ki rastladım bu insanlara ve internet aracılığıyla bilgi edinip görsellerini inceledim. Yeni Zelandalılara; iyi bakın Kivilerinize diyerek bu bahsi kapatıyorum.
Karapınar’dayız… İhtiyaç molası ve yemek faslındayız; mahalle arasında sakin bir park yerine sofrasını kuran çiftçi örgütlerinin temsilcileriyle beraberiz. Mönüde; çorba, kavurma, bulgur pilavı, kuymak ve kuş üzümü dediğimiz küçük üzümle yapılmış kompostodan oluşan Karapınar’a özgü harika bir yemek sunuldu konuklara. Sadık Bey’in yemek duasına, misafirlerimizin de el açıp âmin diyerek iştirak edişi çok anlamlıydı…
Çay faslında, ayaküstü sohbet ettiğimiz Bay Macmillan’a Ülkemiz hakkındaki düşüncesi sorulduğunda, çok güzel sözlerle dile getirdiği konulardan aklımda kalan bir tanesini paylaşmak istiyorum. “Sürprizlerle dolu, çok güzel bir ülkeniz var; Bodrum bir ayrı güzellik, Konya farklı bir güzellik…” mealinde sözler sarf ederken çok samimiydi ve gezdikleri bölgelerden unutulmaz anılarla ayrıldıklarını dile getiriyordu. Bunları ülkemizi gezmeye gelen insanlardan duymak, bize gurur veriyor gerçekten. Teşekkür ediyoruz bu güzel duygu paylaşımı için o güzel insanlara…
Programın son durağında, gezinin finalini yaptığımız ‘Çağrı’ çiftliğindeyiz. Karapınar yol güzergâhında yer alan ve ‘Halep Keçisi’ yetiştirmek için kurulan çiftlikten, meraklılarına anlatılacak heyecan verici birçok detay var. Benim de ilk defa yakından görebildiğim Halep Keçisi, Damascus Irk özelliklerini taşıyan ve süt verimi çok yüksek bir keçi ırkıymış. Bildiğimiz keçilere hiç benzemeyen; olağandan çok uzun kulaklarıyla, kahverengi tonlara yakın renkli tüyleriyle, ceylan bakışlı gözleriyle çok güzel bir ırk. Biz ‘Sülün Gibi’ deriz ya hani, boylu boslu, albenisi yüksek bir hayvan. Üç kilogram süt ortalamasına sahip olan bu Allah vergisi keçilerden, altı kilo süt verenleri çıkıyormuş. Çağrı’da sordum, doğruladılar; hayret ettim, çünkü Yerlikara ineklerin süt ortalaması neredeyse.
Çiftliğin 800 baş keçi mevcudunun yanında, 35 yıllık bir ıslah çalışmasının ürünü olan ‘Polatlı Koyunu’ denilen Merinoslar da var. Çiftlik tam bir Ar-Ge merkezi sanki. Çiftliği iki kardeş birlikte kurmuşlar; Mehmet Can Dönüş, kardeşlerin küçüğü ama galiba bu işe esas baş koyan da o. Bize bilgileri kendisi verdi, hayvanları çok sevdiği belli. Çevrede “Keçilere Hilton yapan adam” diye anılır olmuş. Zaten hayvancılığın olmazsa olmaz kuralıdır; hayvanları sevmeyen, hayvancılık yapmasın, hele Veterinerlik hiç yapmasın!
Mehmet Can kardeşim; çevreye örnek olmuş, işletmesini kurduğu bölgesine adı gibi ‘Can’ vermiş önder insanlarımızdan biri. Elinden tutulmalı, destek olunmalı. Saygıyla eğiliyorum karşısında, yolun açık olsun Mehmet Can Kardeşim…
Vedalaştık Yeni Zelandalı dostlarımızla… Onları ilk gördüğümde, çocukluğuma götürmüşlerdi beni. Siyah-beyaz televizyon ve tek kanal vardı, hatırlayanlar olacaktır; Küçük Ev dizisi yeniden canlandı gözümde, karşımdakilerde Charles Ingleslar’dı sanki… Umarım güzel anılarla ayrılırlar ülkemizden.
Yorgun ama mutlu eve dönerken; şu uçsuz bucaksız ovanın koynunda, kim bilir daha ne sürprizler saklı diye düşündüm…
M.Yavuz ÇOLAK
Facebook'ta Yayınla>