Üzerinde yaşadığımız dünyadaki insan sayısının 1950-2003 yılları arasında 3,6 milyar artarak 6,1 milyara yükseldiği, tahminler sonucunda 2050 yılında 8,9 milyara ulaşacağı yönündedir.
Günümüzde dünya yüzeyinde hidrolojik döngünün ürettiği tatlı su miktarının 50 yıl önce neyse yine o miktar olduğu ve tahminlere göre muhtemelen 50 yıl sonra da aynı olacağı yönündedir.
Dünya yüzeyinde sahip olunan doğal sistemlerin sabit olmasına rağmen insan nüfusu artış göstermektedir. Bu çerçevede ülkemizde her yıl 1,5 milyon yeni insana aş, iş, barınma sağlanması mecburiyeti vardır. Nüfus sayısal olarak arttıkça sabit olan doğal kaynaklardan kişi başına düşen miktarda meydana gelen azalma sadece yaşam kalitesini değil, yaşanan hayatın kendisini de tehdit ediyor. Dünya’da toprak ve su hayatın her safhasında, hatta ölümde bile kullanılması zorunlu, sunisi yapılamayan ve yerine ikamesi mümkün olmayan olmazsa olmaz kıt kaynaklardandır. Topraksız bir tarım, topraksız bir hayat düşünülemez. ölümüz için de, dirimiz için de toprağa ihtiyaç vardır.
Toprak canlı bir varlıktır. öyleyse canlı muamelesi görmelidir. Her canlının ihtiyaç duyduğu bakım, beslenme, korunma, ve sevgi’ye toprağın da ihtiyacı vardır. Bir avuç toprak içinde Dünya’daki tüm insanların sayısı kadar canlı organizmanın bulunabileceği unutulmamalıdır. Bu mikroorganizmalar toprağın mimarları, karın tokluğuna çalışan işçileridir. Toprakta bulunan ve gözle görülemeyen bu mikroorganizmaların faaliyetleri sonucunda organik madde parçalanmakta ve humus dediğimiz şekle dönüşmektedir. Humus ise toprağın besin deposudur, kileridir, toprağın doğal verimliliğinin en büyük kaynağıdır.
Verimde sürekliliği sağlamak, toprakların yapısını korumakla mümkündür. Hasat artıklarını yakmak suretiyle yoketme, fiziksel verimliliğin yanısıra besin elementi kayıpları nedeniyle tarım arazilerinin kimyasal verimliliği olumsuz yönde etkilenmektedir. Yakma işlemi sonucunda besin elementlerinin çok çok büyük bir bölümü topraktan uzaklaşarak tarımın elinden çıkmaktadır. Çevre ve atmosfere dağılarak ekolojik dengeyi de olumsuz yönde etkileyen bu elementlerin gübre olarak parasal değeri çok büyük rakamlarla ifade edilmektedir.
Anız ve hasat artıklarını yakmanın çevre ve insan sağlığına etkilerinin araştırıldığı çalışmalardan elde edilen bulgular hepimizin düşünmesini sağlayacak niteliktedir. Organik kökenli maddelerin yanması soncunda açığa çıkarak atmosfere karışan çeşitli kimyasal gaz ve bileşikler, atmosfer tabakasının bileşimini, canlı yaşamı yönünden olumsuz etkilenmektedir. Yerküre üzerinde farklı orijinli organik kütlelerin yanması sonucu atmosfere karışan karbon miktarının büyük kısmı hasat artıklarının yakılmasıyla açığa çıkan karbon oluşturmaktadır. Hasat sonrası toprağa karıştırılan anız ve samanların bir sonraki ürün için yapılacak toprak hazırlama işlemlerinde sorun oluşturmaması ve ürünün çimlenme, büyüme ve gelişmesini olumsuz etkilememesi için artıkların ufak ufak parçalanarak toprakta mikroorganizmalarca en kısa sürede çürütülmeleri sağlanmalıdır.
Üretimde küçük bir kolaylık sağlamak uğruna hasat artıkları ve anızları yakmanın tarımsal yönden savunulacak fazlaca bir yönüyoktur. Kültür topraklarının verimliliğini korumak ve bunu sürekli kılmak, anız ve sap gibi organik artıkları yakmak yerine, toprağa kazındırmak ve toprak içindeki canlı yaşamı destekleyici önlemler almakla mümkün olacaktır.
Ülkemiz gibi topraklarının çoğu organik maddece fakir ve topografyası erozyona müsait olan yerlerde anızlar katiyen yakılmamalıdır.
Unutmamalıyız ki, bu topraklar bize atalarımızdan miras değil gelecek kuşakların emanetidir.
Facebook'ta Yayınla>