Torosların bereket pınarı Aladağ Vadisi; yerel pazarlara her yıl sezonun ilk meyve ve sebzelerini indiren, Allah’ın şanslı kullarına bahşettiği bir bölgenin adıdır. Devasa bir kazanı andıran bu vadide, yaşayan herkesin işi var, aşı var, ekmeği var. Bağcılık burada herkesin en iyi bildiği meslektir. Daha sonra kiraz, şeftali, ayva ve diğer meyvelerin yanında, bazı yerleşim birimlerinde Antep fıstığı yetiştirilmektedir. Anlayacağınız bir resim tuvaline benziyor bu bereket kazanı; her renk ve deseni içinde barındıran tablo gibi…
Hadim İlçemizin sınırları içerisinde yer alan Aladağ Vadisinde, en büyük yerleşim alanı Bademli Kasabası hakkında yıllar önce Tarım Gazetesinde bir tanıtım yazısı yazmıştım. Bu sefer de Aladağ Vadisinin en şirin köyünü okuyucumun huzuruna getirmeye gayret edeceğim.
Köklü bir geçmişe sahip olan Yağcı; yörenin en çalışkan ve üretken yerleşim alanı diyebilirim. Vadiye çok yakışan, doğa harikası bir yer. Köyün kuzey cephesini komple kapatan heybetli bir kaya bloğunun yarattığı uçurum, insanda garip duygular uyandırıyor. Fotoğrafçıların, dağcıların ve doğa meraklılarının arayıp ta bulamayacağı bir görsel şölen sunuyor bu kayalık. Fakat uzak ve kuytu bir yerde olmasından mıdır bilmiyorum, ilgilenen olmamış bugüne kadar. Hâlbuki belgesellere konu olabilecek nitelikte, film seti gibi doğal bir mekân burası. Gezmeye, görmeye değer yeni yurt köşelerine gittikçe anlıyorum, Konya o kadar büyük ki; her köşesinde bir sır gizli sanki. Dağı var, gölü var, ovası var; hatta çölü var. Yağcı Köyü de çok özel, çok güzel bir belde. Rakım altıyüz metreye düşüyor burada ve bu özelliği sayesinde sanırsın bir sahil köyü burası. Caminin etrafında nar ve incir ağaçlarının fotoğraflarını çekerken, kendimizi Akdeniz kıyılarında hissettik. Düşünün Konya bile deniz seviyesinden binyüz metre yukarıda, Hadim dağların zirvesinde ama burası Torosların dip noktası. Sobalı ev gibi diye düşünürken, kışın burada yaşamak lazım dedim içimden…
Yağcı ve Aladağ Yöresini gezip görmek için iki önemli neden vardı. Birincisi bağ bozumu ve pekmez kaynatma sezonuna girilmesi; diğeri de Sarıoğlan’da Konya Şeker’in kurmayı planladığı meyve işleyecek fabrikanın yöredeki yankılarına bakmaktı.
Görebildiğim, anlayabildiğim kadarıyla, bölge henüz kurulacak bir fabrikanın heyecanını yaşamıyor! Bölgenin yeni bağ ve bahçe tesisleriyle dolacağını düşünmüştüm, fakat beklenen atağı göremedim. Anlaşılan fabrika kurulacak, fiyat üç aşağı beş yukarı oluşacak; üretici duruma göre vaziyet alacak. Fikrini sorduğum insanlardan edindiğim izlenim bu şekilde. Fabrika kurulasıya kadar, benim de bağım bahçem yetişsin düşüncesini taşıyan fazla kimse yok. Yörede, vadiye inmeden önce hem Habiller tarafında, hem de Hamzalar yönünde çok sayıda terk edilmiş ve atıl hale gelmiş bağlar gördüm. Zaten araziler küçük ve yetersiz; yoksulluk desen, diz boyu! Buraları canlandıracak akılcı bir yatırım, yörede kader haline gelen yoksulluğu da yenmek demek olacak. Bunu başaracak tek kurum var o da Konya Şeker. Elçiye zeval olmazmış, bir çiftçimiz yazmamı istedi; “Aşağı yukarı her bölge Konya Şekerin yatırımlarından pay alıyor, biz en mahrum bölgeyiz. Recep Başkan’dan beklentimiz büyük, Allah yardımcısı olsun o’nun da bizim de. Yatırım yapılırsa biz de üstümüze düşeni yapmaya hazırız…”
Sözü tekrar Yağcı’ya getirirsek; 18 Eylül 2013’te köy muhtarı Erol Yaşadı’nın hanesinde misafirdik. Emekli Ziraat Teknikeri Abdurahman Işık da rehberlik ediyordu ekibimize. Köyün üst düzey çiftçilerinden olan muhtar Erol Yaşadı’dan kapsamlı bilgiler aldık. Yağcı’yla adı bir anılan, halkın diliyle telaffuz edersek ‘Göğüzüm’ hasadının tam üstüne rast gelmiştik. Neden ‘Göğüzüm’ adıyla anılır derseniz, bizim halkımız yeşil renk ve tonlarındaki pek çok ürünü ‘Gök’ diye niteler ve telaffuzda yumuşatarak ‘Göğ’ şeklinde söyler. Bandırma dedikleri özel bir yöntemle, sıcak suyla hazırlanan bir eriyiğe batırılan göğüzüm salkımları tele asılarak, mevsim şartlarına göre 25-45 gün arasında gölgede kurutularak piyasaya arz edilir. Bu şekilde bir muameleden geçtikten sonra değerine değer katan kuru üzümleri görmelisiniz. Yeşilden altın rengine kadar tüm tonlarda bir renk cümbüşüne bakıp durasınız gelir. Göğüzüm yaşken de çok değerli ve Yağcı’ya has bir üzüm çeşidi. Tadı, rengi, aroması müthiş; ince narin kabuklu ve ilginçtir tek çekirdekli bir üzüm. Köyde Kecimen adıyla da anılan Ekşikara ve Hesebalı (Hesapali) üzüm çeşitleri de yetişiyor. Bu üzüm çeşitlerinin bir kısmı yine kurutuluyor ve kalanı da pekmez yapılıyor. Yağcı’nın uzmanlık alanı olmuş anlayacağınız bu işler. Yıllık üç ton kuru üzüm üretimi gerçekleştiren muhtar, köy ortalamasının da çiftçi başına bir ton olduğunu söyledi. Bu üretim düzeyine damla sulama sistemi sayesinde ulaştıklarını; köye kapalı havuz sistemiyle proje uygulayan devlet babaya duacı olduklarını söylediler. Anlaşılan damla sulama sistemlerinin bulunması tam bir devrim yaratmış burada, çünkü üretim yüzde dört yüz arttı diyor muhtar. Antep fıstığı da iyi bir gelir kapısı olmuş köyde. Gaziantepli bir tüccar peşin para 15 liraya fıstık alımı yapıyordu; bu yıl fıstık üretimi ciddi sıkıntıya girmiş Antep’te ve fiyatlar uçmuş. Unutmadan yazayım, her şeyin düşmanı olduğu gibi yöredeki o güzelim bağ ve bahçelerin de bir düşmanı var! Domuz sürüleri ciddi tehdit oluşturuyor bölgede ve baş edemediklerini söylediler…
Yazılacak o kadar çok konu var ki Yağcı’da; eskiden küçükbaş hayvancılığın piriymiş bu köy ve tereyağıyla meşhur olduğu için adı ‘Yağcılar’ olarak ün yapmış. Üç tane yaylası varmış eskiden, fakat hayvancılıkla birlikte terk edilmiş artık. Çok eski bir yerleşim alanı burası, tarihçesini Abdurahman Işık derlemiş. Araştırmalarında 1501 yılına ait Osmanlı Tahrir kayıtlarındaki bilgilere erişmiş. O zaman da tıpkı günümüzde olduğu gibi, insanı çalışkan ve üretkenmiş. Ne mutlu Yağcı İnsanı olmak, alnının teriyle helal lokma yemek… Kendi yağıyla kavrulan bu insanları ömrüm oldukça saygı ve minnetle anacağım…
19 Eylül 2013
M.Yavuz ÇOLAK
Facebook'ta Yayınla>